29 Ağustos 2019 Perşembe

TOPLUMUN İÇİNDEKİ BİREY BİREYİN İÇİNDEKİ TOPLUM

   İnsanların hayata bakışı nasıldır? Hayatı bir odanın tam ortasında duran bir obje olarak ele alalım. Kimi objenin sağ tarafındadır kimi sol. Kimi bu objeyi odanın arka tarafından gözleriyle takip etmeyi yeğlerken kimi odanın ön tarafından bakmayı tercih eder objeye. Yani hayata. Bu bakış açıları aslında hepimizin sahip olduğu hayat ile ilgili felsefelerimizi de yansıtır. 
   
    Her bireyin bir felsefesi vardır bunu farkında olsa da olmasa da. Bilgi arttıkça mutluluk azalır derler. Bilgiyi aramamak da özünde bir felsefedir. Kendine çizdiği bir dünyada mutlu olma felsefesi olarak ele alınabilir. Şahsi görüşüme göre bilgiyi aramamak yalancı bir düzlemde durmaktır. En kötü boşluk bütün yalancı düzlemlerden yeğdir. İlk önermenin tersine bilgiyi aramak da bir felsefedir. Yani doğruyu aramak da bir felsefedir yanlışlarla mutlu olmaya çalışmak da. Her bireyin bu konudaki çıkarımı farklıdır. Dediğim gibi bireyler farkında olmasa da hatta felsefenin f'sinden anlamam ben anlayışında olsalar da bilinçaltlarında yatan bir felsefe vardır. 

    Toplumların da felsefeleri vardır. Bireyden tamamen ayrı düşünülemese bile toplumların felsefeleri bireylerin felsefelerini kendi içinde eritip yok edebilir. Üzerine katman katman yığılıp kendi içinde kilitleyebilir. Birey açısından düşünüldüğünde bu acı bir şeydir. Eğer bireyin hayat felsefesi, içinde bulunduğu toplumun felsefesine uymuyorsa birey azap içinde kalır. Çıkış yolu arar. Yolu bulamazsa son kaçınılmazdır. Bazen tamamen pragmatist hatta oportünist bir yaklaşım sergiler ki toplumun çoğu bu anlayışı benimser.

    Bazen de felsefesinin arkasından gider. Toplumun gözünde ölüdür. Zaman zaman toplum bireyi öldürebilir. Bireyi kilitler kendi içinde eritir. Toplumun bireyi öldürebildiği gibi nadiren de olsa birey de toplumu öldürebilir. 
   
    Belirttiğim gibi ikinci çıkarım çok nadir görülür. Ancak bireyin toplumu öldürebildiği bir benliği varsa kişinin, kişi artık felsefenin, hayatın daha derin boyutlarına ulaşmıştır.

     Onun ulaştığı yerler tenhadır. Pek kimse bulunmaz. Zira o da pek kimseyi istemez. 

    Artık en iyi arkadaşı düşünmektir. 

27 Ağustos 2019 Salı

KÖKLERDEN GÖKLERE


   Bir ağaç olası geliyor insanın bazen. Kök salmak toprağının en derinine. Gölgesinde barındırmak diğer tüm canlıları. Zaman zaman meyve vermek, faydalandırmak. Bu şekilde dengenin bir parçası olmak.

    Kök salarak, sağlamlaşarak, sağlamlaştırmak hem köklerini hem toprağını. Köklerin aracılığıyla sunmak tüm fikirlerini hem toprağa hem yapraklarının umarsızca ulaşmaya çalıştığı gökyüzüne. Tüm aydınlığın yanında minik bir ışık da olsa senden süzülen bir ışık daha katmak aydınlığın ve karanlığın amansızca düğümlendiği hayata. 

    Karanlığın karartılmış nice yüzlerini elinden ne kadar geliyorsa aydınlatmaya çalışmak bazen boş bir çaba şeklinde düşünülebilir. Fakat hayır inanın ki boş değildir. Dallarınızdan sunduğunuz küçük bir çiçek dahi baharın müjdecisi olabilir. İnsan denen, çelik dünya zincirinin bir parçası olan varlık, toprağından güç almazsa kökü olmayan çürük bir ağaç gibi devrilir. Ne çiçek açabilir ne meyve verebilir. Ne de gökyüzüne ulaşmaya çalışan asi dalları olabilir. 

    Değerlenmek için, aydınlatmak için denge kuralım. Kök salarak gökyüzüne doğru uzayalım. Her gelenin bir öncekinden güzel olduğu nice baharlar müjdeleyelim.

HAYAT NEDİR?


   Amansız bir mücadele midir hayat? Yoksa ona mücadele sıfatını yükleyenler biz insanlar mıyız? 

    Hayat denilen olgular yığınını anlamlandırmaya çalışan nice filozoflar gelip geçti dünyadan. Zaman geldi Tanrı kelâmı oldu her şeyin yegâne anlamı insanlar için. Zaman geldi sonsuz bir boşluk gördü insan doğada. Hayat... Neden sorusunun, üzerine en çok sorulduğu kavramlardan bir tanesi.

    Bilemediğimiz bir labirente benzetiyorum hayatı. Bizler de labirentin içindeki fareleriz. Yeri geliyor yolumuzu bulamıyoruz, yeri geliyor birbirimizle didişmekten önümüzü göremiyoruz hatta yeri geliyor bir diğerinin yolu bulamaması için amansızca mücadele ediyoruz. Evet biz insanlar. Kendini hayatın merkezinde sayan zavallı, kibirli, çiğ varlıklar. İnsan… Kimi zaman literal anlamda ben Tanrıyım diyen kimi zaman bu anlamdan bağımsız şekilde kendini Tanrı olarak gören insan. 

    Biraz derinlemesine düşünürseniz tüm bu karmaşa içinde yolunuzu kaybetmeniz işten bile değildir. Yolunuzu kaybetmeniz de yetmez, sorular alabildiğine beyninizi kemirir. Soruların üzerine düşünüp düşündüğünüzün üzerine yeni sorular sormaya başlarsınız. İnsan nedir? Hakimiyeti her zaman elinde tutmaya çalışan bencil varlık mı? Yoksa kendi canını yok sayıp iyilik uğruna kendini hebâ edebilecek erdemde bir varlık mı? 

    Her iki seçenek de toplumda mevcuttur. Her ikisi de mevcut olan bu yığın akıl kıvrımlarımı eritirken kalan son gücümle yine de sorular sormaya çalışıyorum. Soruların üzerine düşünüyorum. Tekrar başladığımız yere gelirsek… 

    Hayat. Hayat da bütün bu hengâmenin gösteri sahnesi. Ancak o gösteriden çıkarılması gereken öz iyilik ve sevgi.