14 Eylül 2019 Cumartesi

ZAMAN DENEN GİZEMLİ SÜREÇ

   Zamanı nasıl anlamlandırır insan bilemiyorum. Herkesin farklı bir bakışı vardır zamana. Kimi geçmesi için büyük çabalar sarfederken kimi durması için yalvarır. Kimi geçmişe dönmek ister kimi bir an önce geleceğe uzanmak. Peki nedir zamanı bu denli hayatımızın merkezinde kılan? 

    Aslında hayatın kendisidir. Hayat bir bedense zaman da o bedenin iskeletidir. Hayatı oluşturan yegâne gerçekliktir. Ben de zamana takık biriyim. Tıpkı edebiyatımızın köşetaşlarından Ahmet Hamdi Tanpınar gibi. Yazılarımı takip ediyorsanız düşünme eylemine ne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğumu farketmişsinizdir. İşte bu eylemi uyguladığım kavramların en önde gelenlerinden bir tanesi zaman kavramıdır. Zaman nedir? Zamanı yaşayışımız, hissedişimiz değişkenlik gösterir mi? Acaba hepimiz zamanın içindeki birer illüzyondan mı ibaretiz? 

    Zamanın bana göre en önemli özelliklerinden bir tanesi göreceli olmasıdır. Bununla ilgili hepinizin bildiği gibi başta XX. yüzyılın en önemli bilim insanlarından Albert Einstein olmak üzere çeşitli fizikçilerin araştırmaları söz konusu. Burada elbette işin fiziki boyutundan ziyâde felsefî boyutuyla ilgilenmek istiyorum. Hangimiz hissetmedik zamanın göreceliliğini? Zaman geldi çok hızlı geçen zamanı yavaşlatmak istedik çünkü o an çok mutluyduk fakat zaman o an tam tersi daha da hızlandı ya da biz öyle hissettik. Zaman geldi daha hızlı geçmesi için neler yapmadık ama o zaman da tam tersi yavaşladığını bize hissettirdi bu güçlü olgu. Çünkü o an mutsuz bir anımızdı. Belki de çok mutluyken içinde bulunduğumuz zamanı farkına varmayacak biçimde algılarımızı kapatıyoruzdur ve bir tek mutlu olduğumuz ana yönlendiriyoruzdur. Bu sayede de zamanın geçişini algılamıyor olabiliriz. Bu da bize zamanın hızlı geçtiğini hissettirebilir. Diğer durumda da tam tersi tüm algılarımız tamamen açık olduğu için zaman bize adeta işkence çektirircesine geçmiyor gibi görünebilir. 

    Ancak bu hisler bende çok değişik etkiler bırakıyor. Nasıl olabiliyor? Doğuyoruz büyüyoruz ve ölüyoruz. Zamanın en büyük tanıkları elbette fotoğraflar. Hatta buna videoları da ekleyebiliriz. Çok detaylıca irdelersek elbette tüm arkeolojik eserleri, jeolojik maddeleri ya da şöyle söyleyeyim; zamana tanıklık eden tüm materyalleri de bu tanıklık sıfatına ekleyebiliriz. Fakat ben burada insanın ömrünü odak noktama aldığım için bu ömür sürecini de en iyi yansıtan objeler fotoğraflar ve videolar olduğundan mütevellit sadece onları tanık olarak aldım. Bu fotoğraflara bakarken hep aklımdan geçen şu idi: Bu nasıl bir güç? En küçük bebeği ak sakallı bir dedeye yahut ak saçlı bir nineye çevirebiliyor. 

    Aslında zaman sadece bu gücün kullandığı bir süreç. Güç ise pekala hem makro evrende hem mikro evrende kendini gösteriyor. Biraz düşünen bir bireyin bu güç karşısında hayranlıkla karışık bir ürperti duymaması mümkün değil.
   
    Yazımı Fransız filozof Voltaire'in şu güzel tespitiyle bitirmek istiyorum: ''Zaman, büyüklüğü ile sonsuzluğa kadar uzanır; küçüklüğü ile sonsuz parçalara bölünebilir.''

1 Eylül 2019 Pazar

DÜŞÜNEBİLİYORUM ÖYLEYSE DÜŞÜNMELİYİM

   Yine düşünüyorum şu sıralar. İnsanı, insanın bâtınını, zâhirini. İnsanın içinde yaşadığı toplumu. Karşılıklı olarak toplumların şekillendirdiği kültürleri, kültürlerin şekillendirdiği toplumları ve bu iki olgunun etkilediği insanları.

    Doğayı, kâinatı. Bir karıncayı mesela. Bir arıyı. Arının yolunu bekleyen çiçeği. Çiçeklerin kokusunu, var olmanın anlamını, içinde barındırdığı tüm gizemi. Düşünüyorum gaflet içindeki onlarca ruhu. Sonra kendimi düşünüyorum. Nereden gelip nereye gittiğimi. Düşünmeyi de düşünüyorum. Düşünmenin altında yatan sırrı. Çağımızı düşünüyorum mesela. Çağın getirdiği değerleri. Çağın değerleriyle insani değerlerin uyumunu. 

    Bu çağın insanını düşünüyorum. Umursamazlığını, yozluğunu, anlamsızlığını. Dediğim gibi gaflet olgusunu düşünüyorum. 

    Ne kadar acı bir gerçek olduğunu...