Bir hüzün olmalı insanda. Bazen yaşamaktan da utanmalı. Tüm bu çiğliğin içindeyken ne işim var burada, ne yapıyorum, ben neyim diye iç geçirmekten göz kapakları ağırlaşarak yavaş yavaş uzanmalı sessizliğe.
Sessizlikten ne anlıyoruz peki? Mutlak yokluk mu? Belki. Ya da seni yaşamaktan utandıran tüm o gereksiz bütünlüğün yokluğu mu? Ona da belki. En başta dediğim hüzne gelirsek. Belki de ruhumuzu olgunlaştıran bir olgudur hüzün. İçimizde bizi bize tanıtan büyük bir aynadır. Aynalar hakkında ne düşünürsünüz?
Aynalara bakabilmek de önemlidir değil mi? Aynalarda kendi aksimizi görürüz genelde. Ya da öyle sanırız. Peki ya bütün bu hengamenin bizdeki yansımasını görüyorsak? Olamaz mı? Bir hengame ki ne desem boş, ne desem sonsuzlukta savrulurcasına uçuşacak gibi. Nereden tutsam, nereden tutunsam? Tutunamamak bir kader midir yoksa bir seçim mi?
Peki ya düşmek...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder